17 Haz 2016

Dünyayı Değiştirmek İsteyen İK'cının Hikayesi

Bu hafta dünyayı değiştirmek isteyen İK'cının hikayesine bakalım istedim. Hepimiz dünyayı değiştirmek isteyen adamın hikayesini biliyoruzdur: Hani genç bir adam bir gün dünyayı değiştirmeye karar vermiş ve çalışmalara koyulmuş. Aradan on yıllar geçmiş ve tabi ki kahramanımız dünyayı değiştirememiş. "O zaman ben de ülkemi değiştiririm" diye düşünmüş genç adam ve çalışmaya başlamış. Fakat bu da mümkün olmamış. Hevesi biraz kırılsa da yılmamış ve bu sefer ölçek küçültüp şehrini değiştirmeye karar vermiş. Şehri de değişmeyince ve yaşı da ilerleyince iyice, artık orta yaşlı olan kahramanımız mahallesine odaklanmış. Mahallesini değiştirmek de sandığı kadar kolay olmamış. Hayretler içerisinde kendi ailesine yönelmiş. "Bari" demiş, "ahir ömrümde kendi yakınlarıma bir hayrım dokunsun", lakin ailesini dahi değiştirememiş. O zaman anlamış ki eğer önce kendisini değiştirseydi belki de dünyayı değiştirebilirdi...

Yakın zamanlarda tüm dünyaca sevilen bir adamı kaybettik, Muhammed Ali'yi. Tüm dünyanın sevdiği bir adam olmak kolay değildir çünkü hiçbir siyasi görüş diğerini sevmez, her dinin mensubu en haklı ve en günahsız kendisini görür. Peki Muhammed Ali'yi tüm dünyaya sevdiren şey neydi?  Muhammed Ali'nin vefatından beri bunu düşünüyorum, emin değilim ama sanırım Muhammed Ali'nin kendisini değiştirmesiydi. Boks yaptığı dönemde siyahilere karşı oluşan ortamı değiştirmek için çabalamadan önce kendisini değiştirdi. Mesela Müslüman oldu, Vietnam Savaşı'na gitmeyi hapse girme ve boks lisansının iptaline neden olacak bile olsa reddetti. Amerikan ordusunun Vietnam'a girmesine engel olamazdı tabi ki ve o bu yüzden bununla vakit kaybetmek yerine kendi üzerine düşeni yaptı. Kazandığı madalyayı sadece beyazlara servis yapan bir restorana girmesi görevlilerce engellenince Ohio Nehri'ne atmaktan çekinmedi, düzeni değiştiremiyorsa o zaman batsın bu dünya mıydı?

Bu kadar şeyin İnsan Kaynaklarıyla ne mi alakası var? Bilmem, belki de İK'cılık da kendini değiştirmekle başlar. Her İK'cı bir nebze de olsa değişim yaratmak ister sektöründe. Çalışanları orada çalışmaktan çok memnuniyet duysun ve dışarıdaki tüm insanlar da o firmada çalışmaya can atsın ister. Aslında bunu sadece İK'cılar değil genellikle tüm firmalar ister, bunu sağlamak için de çeşitli motivasyon unsurları kullanırlar. Biz buna "işveren markası" olma durumu diyoruz. İşveren markası olabilmek için dışarıdaki insanları cezbetmeye çalışmak tam olarak dünyayı değiştiren adamın durumuna benziyor. Çalışanlarımızın mutlu çalışmaları ve işe motive olmaları bizim için her şeyden daha öncelikli olmak durumundadır. Ancak o zaman önce firmamızı sonra da sektörümüzü değiştirebiliriz. Bunun yoluysa İK'yı değiştirmekten geçer. İnsan Kaynakları'nın paylaşmadığı bir mutluluk, sahip olmadığı bir bilinç, benimsemediği bir uygulama hiç bir zaman çalışanlara ve firmaya yansımaz. İşe girecek insanların ilk gördüğü kişi sizsiniz, sonrasında derdi tasası olanın koşup geldiği insanlar yine sizlersiniz. İK'cılar bir firmada aynı dili konuşmuyor ve İK çalışanları mutsuz çalışıyorsa bir işveren markası olma durumu sadece hayaldir. Nasıl ki satış ve hizmet odaklı firmalarda mutlu çalışan eşittir mutlu müşteri demekse tüm firmalar için de aynı şekilde mutlu İK'cı eşittir mutlu çalışan demektir. O yüzden sevgili İK'cılar, önce kendimizi değiştirmek önemlidir. Sonra birimimizi ve sonra firmamızı ve sonra da sektörümüzü değiştirmek belki mümkün olabilir. Yandaki araştırmada müşterilerin hangi sebeplere firmaları terk ettikleri incelenmiş. Neredeyse hepsi çalışan kaynaklı sebepler. Bu araştırmanın aynısı İnsan Kaynakları ve çalışan eksenli yapılsa eminim benzer bir korelasyon bulunur. 

"Ay altı üstü bir kaç saat çalışıp gideceğiz, değiştirsek nolur değiştirmesek nolur?!" dediğinizi duyar gibiyim. Ama kısaca bir hesap yaparsak günlük yaklaşık 9 saatimizi iş yerinde geçiririz. Haftalık yasal olarak 45 saate tekabül eder. Günlük yaklaşık 6 saat uyuyorsak bu da haftalık 42 saate denk gelir. Haftalık 42 saatlik uykumuz için en iyi ve en ortopedik yatakları almak çok mantıklı gelirken neden 45 saatimizi harcadığımız yeri bir mutluluk kaynağına ve motivasyon unsuruna dönüştürmek saçma olsun? Ruh sağlığımız, mutluluk duygumuz ve tatmin olma (self actualization) arzularımız bel ve boyun sağlığımızdan daha mı az önemlidir?

Peki değişim nerede başlar? Önce kalpte, sonra zihinde... İnanmadığı bir işe kimse dört elle sarılmaz. 

O yüzden önce İK'cıların yaptıkları işe inanmaları ve sonrasında diğer çalışanları kuşatıcı bir tutum sergilemeleri firmaları değerlileştirir. İnsan Kaynakları'nın Muhammed Ali'si olmak için önce kendinizi değiştirin sonra ortamınızı değiştirin ve işinizi sevin. "Şu ana kadar iki kişiye vuramadım. Birisi sevimli hayalet Casper'ın kuzeni, diğeri de Muhammed Ali" cümleleriyle sonsuz öz güvenini her zaman gösteren Muhammed Ali'nin boksta yaptıklarını İnsan Kaynakları'nda yapmak zor olmasa gerek...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder